18 Ekim 2009 Pazar

DEĞİŞİME İNANMAK

Fransız sinemasının ardından 80’lerden konuşmaya başladık. 80’lerin müzik grupları, giyim tarzları vs. bunları sevmesi beni benden alıyordu. Sonunda kendi hayat tarzıma, düşünce şeklime göre bir kız bulabilmiştim. Biraz sonra ekşisözlük’te yazar olduğunu öğrendiğimde boynuna sarılasım geldi. Nickimi söylediğimde “oo ben seni takip ediyorum.” Dedi.

Saat 3 gibi Limonlubahçe’den çıkıp İstiklal’de yürümeye başladık. Yürürken keşke Starbucks açık olsaydı bir mocha iyi giderdi diye düşündük. Bu kız müthişti.

“e o zaman bana gel. Bir kahve yapayım.” Dedi. Kabul ettim. Beşiktaş’ta 1+1 bir evde kalıyordu. Eve girdik ve bana evini gezdirdi. Odasındaki Dark Knight posteri müthişti. O an onu çok kıskandım. Salona geçtiğimizde kahveleri koydu. Sabaha kadar yine sinemadan müziğe konuştuk.

Aslında bir noktadan sonra öpüşmeyi ve sonrasını bekliyordum ama o mini shortu ve askılı göğüs çatalını belli eden bluzuyla karşımda oturup Nutella’sını kaşıklamayı tercih etti.

Aylar geçti fakat bu böyle devam ediyordu. Bir türlü gerçek anlamda yakınlaşamadık. O sabah kalktım ve kahvemi yudumladım. Güne kahveyle başlamayı seviyorum. Aynı şarkıdaki gibi değil mi? Kahvaltı olayı evde beni kasıyor. Arkadaş ortamıyla brunch olsa neyse… Okula Elif Şafak’ın Aşk romanıyla gittim. Aslında henüz okumadım; okumayı da düşünmüyorum ya neyse. Ama elimde dolaştırmanın hoş olduğunu düşünüyorum. Ama pembesini değil de siyahını aldım. Nedenini bilmiyorum. Belki uzun bir psikolojik analiz gerekiyor bunun için.

Akşam bir pizza söyledim ve cnbc-e’yi açtım hemen. Dizilerimi kaçıramazdım. Bazen düşünüyorum da neden biz Türkler böyle güzel diziler yapamıyoruz. Evet ben de izlerdim eskiden birkaç tane. Ama lisedeydim işte. Dünyadan haberim yoktu. O günleri hatırlamak istemedim… Diziyi izledikten sonra sözlüğe birkaç şey yazdım. Bir yandan da kahvemi yudumluyordum. Kahve demişken; türk kahvesi veya üçü bir arada pek hoşuma gitmiyor. Geçen yıl aldığım french press ile çekilmiş kahveyle hazırlayıp kahve içmek paha biçilemez. İşte gerçek kahve budur bence.

Neden sonra telefon çaldı. Arayan bizimkilerdi. Bayramda dedemleri ziyarete Sivas’a gideceklermiş. Hem de köye! Beni ilgilendiren yanı ise beni de çağırmaları. Bir bağırış çağırış ve telefonu kapadım.

Ay başında param yatmadı. Babamı aradığımda cevabı “o zaman bayramda köye gel harçlık toplarsın.” Oldu ve telefonu kapattı. Yolda az kalan paramla Starbucks’tan bir kahve aldım ve okula gittim. Cebimden çıkardığım Parliament ile kahvemi yudumlarken Ceren geldi yanıma. Akşam bir yerlere gitmek istediğini söyledi. Dışarı çıkmak istemediğimi söyledim. Oysa tek sorun paramın olmayışıydı. O zaman ben sana geleyim dedi; ben de kabul ettim.

Sonunda aylardır beklediğim kızla deliler gibi seviştik. Aslında böyle şeyler benim için sorun değildir. Yani sevgilimin bakire olup olmaması. Sonuçta herkesin bir hayatı var ve ben bunu zamanında yaptıysam ondan da rahibe hayatı yaşamış olmasını bekleyemem. Her şeye rağmen sabah kahvemi yudumlarken Ceren’in daha önce başka bir adamla yatmış olma ihtimali içimi huzursuz ediyordu işte. Neden böyle düşündüm bilmiyorum ama daha önce biri Ceren’in içinde hayvan gibi gidip gelmişti. Üstelik belki penisi benimkinden çok daha büyük ve kalındı. göğüslerini emmiş, penisini yalatmış, belki anal seks bile yapmış hatta ağzına boşalmıştı… Öf tamam biraz iğrenç oldu. Neden böyle düşündüm bir türlü anlam veremiyorum. Belki uzun bir psikolojik analiz gerekiyor bunun için.

Akşam için bavullarımı hazırladım. Yolculuk vardı; sivasa… Ceren’e ailemle Kaş’a gideceğimizi söyledim. Bana çok imrendi. Kendisi Ayvalık’a ailesinin yanına gidecekti. İçimden okkalı bir küfür ettim, aslında imrenen taraf bendim.

Sabah beni amcamın oğlu Selim karşıladı. Kuzenim diyemiyorum çünkü kuzen lafı biraz daha samimi geliyor. Oysa ben Selim’le asla yakın olamazdım. O sadece amcamın oğlu. Hoş belki amcam da sadece babamın kardeşi. Hoş belki de babam da sadece… her neyse bunun içinden çıkamayabilirim. Babama bir kulp bulamadım.

Gerizekalı, köye gidene kadar derede tuttuğu balıkları ve Kurtlar Vadisi’ni anlattı. Eve girdim; millet sanki elini öptürmek için sıraya girmişti. Zorla da olsa öptüm ellerini. Yarın bayram; bir bu kadar el ve başka yaşlı elleri daha var. Bu bir kabus olmalı. Gidip bir odada uyudum.

Bayram sabahı eller öpüldü; kahvaltıya oturuldu. Yengem tam çay koyacaktı ki; “kahve yok mu?” dedim. Gülüşmeler oldu. “oğlum sabah sabah ne kahvesi bu? Kahvaltıdan sonra ben sana yaparım orta şekerli.” Dedi. Of anlamamışlardı. Türk kahvesi değildi ki istediğim. Çaya talim ettik. İlk gün ziyaretlerle geçildi.

Akşama doğru amcam “gel yeğenim, ifadeni alayım.” Deyip tavlayı gösterdi. Ağlamaklı oldum. Televizyonun karşısına geçip cnbc-e aradım ama çekmiyordu. Dedem kumandayı elimden alıp Var Mısın Yok Musun’u açtı. Daha fazla orada duramadım. Dışarı çıkıp Parliament’imden bir nefes çektim.

Ertesi sabah beni yanlarına alarak kahveye gitti ev ahalisi. Selamın aleyküm aleyküm selamlara mahçup bir merhabalarla cevap verdim. Starbucks’ta olup ismimi bardağa yazdırmayı o kadar isterdim ki. Bunları düşünürken “oralet getir yeğenime.” Sesiyle irkildim ve önümde o iğrenç sıcak şeyi gördüm. Bitirdiğimde kusmak için kendimi dışarı attım.

Eve gittim ve düşünmeye başladım. Eskiden ben de onlar gibiydim. Ama değişebilmiştim. Onlar bu çöplükte böyle kalmışlardı. Kurtlar Vadisi bile izlerdim. Hatta izler ve Polat’a da özenirdim.

Sonra babamın sesiyle irkildim; “oğlum Selimler balığa gidiyorlar sen de git!”. Mırın kırınların arasında zorla gittim. Topraktan çıkardıkları iğrenç solucanları elleriyle kancaya takıyorlardı. Muhabbete falan da girdiler. Sevgililerinden bahsettiler. “senin var mı?” diye sordum Selim; “Ha evet var.” Diye geçiştirdim.

Garip bir şekilde onlar kızların kaşlarına gözlerine vurulmuşken ben ekşisözlük’e, kahveye, şaraba, Nutella’ya vurulmuştum.Ceren’in bu özellikleri ve göğüsleri dışında yüzüne de çok dikkat etmediğimi fark ettim. Belki de onu sadece sözlük entrylerinden tanıyordum. Kesin Uludağ Limonata’yı da seviyordur diye geçirdim içimden ve kendi kendime güldüm.

Akşam eve döndük. Yemekten sonra yine önümde çay vardı. Artık çay kusma aşamasına gelmiştim. Starbucks gözlerimin önüne geldiğinde İstanbul’u daha fazla özlediğimi fark ettim. Sonra o başladı!

Bittiğinde her şey değişmişti. Evde erkekler bir köşede toplanmış ve Polat’ın neler yaptığını tartışıyorduk. Sanırım eski ben olmuştum. Bu dizi beni kendime getirmişti.

Bayram bitti. Eve dönme vakti gelmişti. Otogarda otobüse binecekken “ben gitmiyorum. Burada kalacağım. Hem yarın balık da tutarız; yarın Cemal abiyle tavla atmam lazım.” Dedim. Kimse anlam verememişti.

Ertesi gün koyunları da alıp balık tutmaya indik dereye. Solucanları ellerimle topladım. Çok eğlenceliydi.

Ceren bu olanlara bir anlam verememişti. 1 ay sonra bizim köye geldi. Hadi gidiyoruz dedi. Hayır dedim. Bütün uğraşlarına rağmen dönmedim. Bu sırada babaannem kıza ekmeğe sürdüğü kaymak ve balı yedirmeye çalışıyordu. Yemedi salak! Oysa şehirde bulabilir miydi böylesini?

Akşam İstanbul’a geri döndü. Geri geleceğim ve seni kurtaracağım.” Oldu son sözleri. Benim aklıma ise onunla birlikte olduğum sabahki cünüp halim geldi; utandım kendimden. Helal süt emmiş bir kız bulacaktım kendime.

Bir hafta sonra Ceren bir kez daha köydeydi.”al iç şunu! Hadi aşkım.” Dedi. Bir Starbucks bardağı vardı elinde. “hayır içmem o şeyi, gel oralet içelim.” Dedim. Zorla içirdi tüm bardağı. Ama değişen bir şey yoktu. Geri geleceğini söyleyip gitti.

Çeşme başında kızları keserken yeniden geldi Ceren. Elinde bu sefer Nutella vardı. Yedirdi fakat yine olmadı. Ceren yine gitti. Az sonra elinde Starbucks bardağı, Nutella, Uludağ limonata ve elinde bir laptop’la geri döndü. Sırayla hepsini içirdi yedirdi. Sonra laptop’tan How I Met Your Mother’ı izletip, ekşisözlükten birkaç entry gösterdi.

Uyandığımda burnuma gelen koku çok kötüydü. Ellerim çok pis kokuyordu ayağımda Converse yerine topuklarına bastığım “amca ayakkabısı” vardı. Neler oluyor burada dedim ilk olarak. Ceren ve benim akrabalar başucumdaydı. “Ne işim var burada okul başlamadı mı?” dedim. “evet” diye bağırdı Ceren “sonunda kurtardım seni.”

Ertesi günün sabahında İstanbul’a vardık. Ceren beni Kurtlar Vadisi izlememem konusunda uyardı ve “sen dinlen ben okula gidiyorum.” Dedi. O gittikten sonra kahve yapmak için mutfağa gittim. Elimi cebime attım ve bir Samsun 216 ve bir oralet paketi çıktı.onları bir kenara koydum. Sonra elim sigaraya gitti. Bir nefes çektim ve canım inanılmaz şekilde oralet çekti…

2 yorum:

  1. ceren starbucks mochasını koklattığında iyileşirsin sanmıştım...demek o kadar kuvvetli değilmiş. americano denemeliydi.

    YanıtlaSil
  2. haha:D doğru formülü bulmuşken kafayı karıştırma:)

    YanıtlaSil