28 Eylül 2009 Pazartesi

KEMİKLERİM EZİLİYOR

2 ay önce olsa makineli sesini duyduğumda ranzanın yanına çöküp ağlardım. Hem de titreye titreye… bu sabah ise aklımdan geçen tek şey okkalı bir küfür oldu. Tüm bunları düşünürken çoktan kamuflajımı, botlarımı ve parkamı giymiştim bile. Miğferimi taktım, tüfeği aldım ve koşarak bir kum torbası tepesinin arkasındakini yerimi aldım. Tetiğe basmadan aklımdan geçen tek şey “her seferinde saat 4’te mi gelmek zorundasınız? Uyumak istiyorum.” Oldu. Biraz sonra otomatiğe bağlanmış gibi ateş ediyordum. Aslında bir şey gördüğüm de yoktu ama etmezsem ateş altında bu uykusuz geceye devam etmek zorundaydım. Derken o ilahi patlama! Ne oldu ne bitti çok hatırlamıyorum. Birkaç çığlık… sonra silah sesleri kesildi. Fakat keşke kesilmeseydi çünkü onların yerini insan çığlıkları aldı. 10 dakika sonra tepemizde bir helikopter uçmaya başladığında bugünlük çatışma bitmiş demekti. Ama sesler hala kulağımda. O an geriye baktım; karakolun çatısında kocaman bir delik vardı. İçeri girdim 3 asker yerdeydi… geldiğimden beri ilk kez bugün ölümden korktum. Çünkü ilk kez bizim birlikten biri yanımda şehit olmuştu. Bir dahaki sefere piyangonun bana çıkma ihtimali pek de düşük sayılmazdı. Şafak; 298…

bugün hava enfes; yaklaşık 5 derece. Ne o? Kıçınla güldün değil mi? Öyle deme; eğer buradaysam ve başka bir yere gitme şansım da yoksa buradaki 5 dereceyi dünyanın hiçbir şeyine değişmem. İnsan her şeye alışıyor. Daha önce okul tuvaletine bile giremeyen ben; burada alaturka tuvalette işimi görürken sigara bile içebilmeye başladım. Asker ocağının artılarından biri de bu olsa gerek. Başka alıştığım şeyler de var. Mesela; silah sesi… mesela; vurulan bir insanın çığlığı… en kötüsü de ölüme alıştım; daha önce bir sineği bile öldürürken durup düşünen ben… yarın ilk defa araziye çıkıcam. Açıkçası korkuyorum. Belki buna da alışırım; belki de alışmaya fırsat kalmaz. Alışmayı diliyorum. Çünkü diğerine henüz hazır değilim. Şafak; 201…

bugün muhbir teröristlerle futbol oynadık. Bu adamlarla bir gün birbirimize kurşun sıkmış olduğumuza inanamıyorum. Çoğu cahil; ama üniversite mezunları bile var içlerinde. Düşündüm; madem bugün bunu yapabildik; yarın neden ateş etmek zorundayız ki? Onları suçlamıyorum. Ama her arkadaşım şehit olduğunda hatta karşı taraftan birileri hayatını kaybettiklerinde bu savaştan rant sağlayanlara ettiğim küfür dozajı bir kat daha artıyor. Dün akşam muhbirlerden bekir’le konuştuk. Sevdiği kızın ailesinin sırf kendisi kürt diye evliliklerine izin vermediğinden; abisinin dağda olduğundan falan bahsetti. Abisi dağda kendisi burada… burası o kadar karışık bir yer ki. Bu en basit örnek belki de… en takıldığım nokta ise ölmemek için bu yolu seçtiğinden bahsetti. Burada ölmemek için öldürmeniz gerekiyor. Bunu ne kadar bilsem de başkasından duymak tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. Şafak; 186…

kulağıma kurşunların havadaki sesleri gelirken kalakaldım. İki yanımdaki askerler şehit oldu. Komutanın tokadıyla kendime geldim. “ne oldu çabuk siper al.” Diye bağırdı. “iki kişi şehit komutanım.” Diye karşılık verdim. “olacak, çabuk! Siper al biz de gitmeyelim.” Diye bağırdı. Akşam birliğe döndüğümde bilanço ağırdı. 2 arkadaşım şehit olmuş, biri mayına basmış ayağını kaybetmişti. Benimse kaybettiğim başka… sanırım aklımı yavaş yavaş kaybetmeye başlıyorum. Şafak; 174…

sonunda telefon çalışıyor. “alo selin?” diyorum. Pek de mutlu olmayan bir sesle “can sen misin?” diyor. “evet. Bir şey mi oldu?” diyorum. “can ben evleniyorum! Bir daha beni arama.” Diyip telefonu kapatıyor. Gidemiyorum telefonun başından. Komutan geliyor yanıma ve her şeyin yolunda olup olmadığını soruyor. “yolunda.” Diyip tuvalete koşuyorum. Bir sigara, bir sigara daha… bu kadar göz yaşı üretebileceiğim daha önce aklıma gelmezdi. Elimde olsa hemen İstanbul’a giderdim. Sevgilim beni terk etti ama ben bu bok çukurunda sigara içip ağlamaktan başka bir şey yapamıyorum. Haksızlık bu diye geçirdim içimden. Ama sonra buralarda haksızlığı neden bu kadar geç fark ettiğimi sorguladım kendi kendime. Bu benim için haksızlıktı ama burada tek haksızlığa uğrayan ben değildim. İnsanlar hayatlarını kaybettiler. Bu haksızlıktı… insanlar kollarını bacaklarını kaybettiler, haksızlıktı. Ve şimdi ben sırf burada olduğum için sevgilimi kaybettim bu da haksızlık. O’na nedense suç bulamıyorum şu anda. Belki ben de bekleyemezdim aynı durumda olsaydım. Ama bu allahın belası yer yüzünden ben de haksızlığa uğruyordum. Buranın kazananı yok; burada herkes kaybeder. Şafak; 151…

rüyaymış… 3 gecedir üst üste mayına bastığımı görüyorum rüyamda. Bu beni ölmekten daha çok korkutuyor. Kendime gelmeye çalışırken boğuk boğuk bir ağlama sesi duyuyorum. Bir asker ağlıyor olmalı. Koğuşun en çok bu yanını seviyorum yarın kimin ağladığını bilmiyor olucam. Belki konuştuğum belki birlikte yemek yediğim biri ağlayan kişi olacak. Çok umrumda da değil açıkçası, çünkü burada herkes herkesin ağladığının farkında. Kim olduğu pek önemli değil. Şafak; 148…

pusuya düştük! Yanı başımda 4 şehit ve 3 yaralı var. Yaralıların çığlığı biraz sonra kendimi vurmama sebep olabilir. Yeter artık biri bizi kurtarsın. 3 kişi kaldık. Kaç kişi ateş ediyorlar bilmiyorum bile. Değil kafamı kaldırmak, tüfeği bile oynatamıyorum yerinden. Hayatında namaz kılmamış ben; dua etmeye başladım. Lütfen artık bir yardım gelsin…

3 saat oldu hala ateş altındayız. Yaralılardan 2’si şehit oldu. Koku inanılmaz boyutta. Diğer yaralının ise dışarı çıkan organlarını içeri bastırmaya çalışıyoruz. Ama nafile. O da gidecek… derken kolumda bir sızı… çıkıp ölmek mi daha zor yoksa burada durup beklemek mi?

5 saat sonunda helikopterle bizi aldılar. 7 şehit verdik. Hastaneye götürülüyorum. Aklımdaysa gözümün önünde son nefesini veren şafak’ın sözleri; “anneme can çekiştiğimi söylemesinler!”. Şafak;143…

ece’yle iş yerinde tanıştık. Bu gece buluşup bir şeyler içeceğiz. Eskiden böyle bir durumda bu kadar kasılmazdım. Ama bu selin’den sonra bir ilk. Kendime pek güvenim olduğu söylenemez. Askerden beri özellikle çok konuşamıyorum insanlarla. Saat 7 gibi taksim’de buluştuk. Mekanın kapısında garsona zoraki bir gülümsemeyle iyi akşamlar diledim. Sosyal görünebildiğim tek konu bu sanırım; garsona iyi akşamlar dilemek. Buluşma pek iyi gitmiyor benim açımdan. Sanırım sıkıldı. Pek konuşmuyorum. Genelde konuşan o… derken o ilahi patlama! Masanın altına giriyorum hemen. Ece ürkekçe masanın altına bakıyor. Kafam ellerimin arasında cenin pozisyonunda duruyorum masanın altında. “sadece gök gürledi can.” Diyor. Ama ben çıkamıyorum masanın altından. Ece 5 dakika sonra gidiyor. Gece 3’e doğru garson yanında 2 polisle gelerek beni masanın altından alıp dışarı attılar. Ece giderken hesabı ödemiş… istiklal’de yürürken aklımda sadece eve gitmek vardı. Bu bardağı taşıran son damlaydı. Şafak; 4...

işten istifa ettim. Eve geldim televizyonu açtım. Başbakan kürt açılımından bahsetti bir süre. Kapadım televizyonu ve ağlayarak dışarı attım kendimi. Beşiktaş’ta bir yandan ağlayıp bir yandan insanları yararak yürümeye başladım. O gece dışarıda yattım; bir çöp konteynırının yanında. Şafak; 1…

uyandığımda cüzdanım çalınmıştı. Annemin yanında olup beni dizinde uyutmasını o kadar isterdim ki şu anda. Sonra düşündüm neden olmasın. Annemin yanına gitmek iyi bir fikir olabilirdi. Ama böyle gidemezdim. Önce halletmem gereken bir iş var. Taksiye bindim “kadıköy’e.” Dedim. İndiğim yerde parayı başkasının ödeyeceğinden bahsettim. Taksi yol alırken aklımdan bir ton şey geçti. En önemlisi orada bir şeylerini kaybeden insanlarla ilgiliydi. Kimi canını kaybetti ama kendi giderken arkasında onlarca eksik kalmış insan bıraktı. Kimi kolunu bacağını kaybetti… artık onlar eksik birer adamdı. Bense orada kendimi, benliğimi kaybettim. Ben de eksik bir adamdım. Köprüde trafik adım adım ilerliyordu. Biran kapıyı açtım ve korkuluklara doğru koştum. Geriye hiç bakmadım; korkulukları da aşıp kendimi aşağı bıraktım. Kemiklerim eziliyor. Ama tüm eksikliğim yok oluyor. Aklım geri geliyor; şehitler geri geliyor; kollar bacaklar geri geliyor; işte sorun kalmıyor. En önemlisi ve beni en mutlu edeni benliğim ben denizin dibine doğru giderken bana doğru geliyor. Şimdi anneme beni hatırladığı eski halimle gidiyorum işte… şafak; 0…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder